
02 Beyaz Giyme
03 Stou Thoma
04 Hekimoğlu
05 Drama Köprüsü
06 Ah Bir Atas Ver
07 Fikrimin İnce Gülü
08 Pente Chronia Dikasmenos
09 Ali Paşa Ağıtı
10 Etek Sarı
Download
Grup Yorum, 1985 yılında üniversite öğrencileri tarafından İstanbul’da kurulan bir müzik grubu. Grubun şarkıları ve üyeleri, sol görüşün temsilcileridir.
Başlarda, Ruhi Su, Mahzuni Şerif, Inti Illimani, Victor Jara, Quilapayun, Zülfü Livaneli ve Theodorakis'ten etkilenen grup, Anadolu'nun ve üzerinde yaşayan halkların sesini, devrimci-sosyalist bir müzik anlayışıyla duyurmayı amaçlıyor.. Türkiye'de 1980 yılında gerçekleşen askeri darbeye ve sonrasındaki politikalara tepki amacıyla kurulan Yorum, müzik grubu olmanın dışında, muhalif duyarlılığın, haklar ve özgürlükler mücadelesinin de önemli bir ismi olmuştur.
1987’den başlayarak hemen her yıl bir albüm çıkaran, Türkiye'de ve Avrupa'da her yıl onlarca büyük konser veren grup, bunun dışında yüzlerce kitle eylemine, sokak gösterisine, greve, fabrika ve üniversite işgaline katıldı. Grup üyeleri bu nedenlerle ve müziklerinin içerik ve sunumundaki muhalif çizgi nedeniyle pek çok gözaltı, tutuklama ve yasaklama ile karşılaştı.[1][2][3] Güvenlik güçleri tarafından cd ve kasetleri dahi kurşunlanan grubun pek çok üyesi, onlarca kez işkence gördü, on yıllara varan hapis cezaları aldı.[4][5] Yorum, Türkçe dışında, Anadolu’da konuşulan Kürtçe,Lazca Arapça, Çerkezce dillerinde de şarkılar söylüyor. Müziğinde, mey, bağlama, kaval gibi yerel çalgıların yanı sıra, başta gitar olmak üzere keman, trompet, viyolonsel ve obua gibi pek çok yerel olmayan çalgı da kullanıyor. Solo ve koro vokallerin baskın olduğu müziğinde, ritimFolk-rock olarak değerlendirilebilecek bu müzik; ülkenin yerel folk şarkılarından Akdeniz ezgilerine, Latin Amerikalımarşlardan 'rock'a kadar tınılar barındırıyor. kompozisyonlarına ve ezgilere yaslanıyor.
Grubun şarkı sözlerini, anti-faşist ve anti-emperyalist mücadele, hapishaneaşk, erdem ve özgür bir dünyaya duyulan özlem gibi konular şekillendiriyor. katliamları, doğal afetlerin yarattığı yıkımlar, emperyalist savaşlar, ölümler,
Hakkında bir çok araştırma yazıları ve kitaplar yayımlanan Grup Yorum, basında "Hapishane Şarkıcıları" ve "Kar Makinası" ismi ile de anılıyor.
1931 yılında Arhavi Musazade Mah. doğdu 4 kızdan sonra 5. erkek doğunca evde bayram havası yaşandı babası nihayet bir erkek evlada kavuşmuştu okula başladığı adan itibaren kemençeyi öğrenmeye başladı 18 yaşında kemençe dalında uzman olmuştu. 1970 öncesi Arhavili kemençeci yaşar diye tanındı.
Askerliğini bandocu olarak Diyarbakır da tamamladı. Askerden sonraki yaşamında Arhavi ve çevre ilçelerinin düğün ne nişan törenlerini eski kültürümüze göre kemençe ve akordeonuyla yapardı. Yaşar TURNA sız düğün ve nişan düşünülemezdi. 1963 yılında Almanya ya işçi olarak gitti. Çeşitli radyolarda ve gazinolarda kemençesini ve müziğini tanıtmaya çalıştı. Onlarca kırk beşlik plak yaptı Türkçe plakların yanı sıra ilk Lazca müziklerini de plaklara okudu. Oropa, masi kçopare, çilveloy, nanayda, vahahay gibi birçok plakları vardı Kemençe virtiözlüğünün yanı sıra yöresel oyunlarını da geçlere öğretti. 1973 yılında Arhavi de ilk festivalin kurulmasında etkin oldu Avrupa da bazı ülkelere Amerika ya ve Kanada ya giderek kemençeyi ve folklorumuzu tanıtmaya çalıştı.
Sayısız kemençe ve folklor sever turistleri cennet vatana çekti. Arhavi yi ve yörelerimizi tanıtmak için uğraş verdi. Ankara ve İstanbul da gazinolarda sahne aldı. Sadece Arhavi’nin değil Türkiye’nin kültürünü taşır ve her yıl birçok turisti konuk ederdi. Sayısız mansiyon şiltleri ve onur belgeleri mevcuttur.
Yaşamını eşine, beş çocuğuna ve kültürel faaliyetlere adamıştır. Mütevazi yaşamı insanları yürekten sevmesi müziği ve kültürüyle her kesimden sevilen biriydi. 12 ekim 1990 da kaybettiğimiz Yaşar TURNA kemençesi melodisi ve güleç yüzüyle her zaman anılarımızda yaşayacaktır.
Evliya Çelebi de, Seyahatnâme'sinde Kangal Köpekleri'nden bahseder. O da, bu köpeklerin “aslan kadar güçlü” ve cüsseli olduğunu yazmaktadır. Doğan Kartay, hem "Türk Çoban Köpeği Kangal" kitabında hem de I. Uluslararası Kangal Köpeği Sempozyumu'nda sunduğu bildiride, Kangalların, Osmanlı döneminde Yeniçeriler tarafından hem askeri işlerde hem de savaşlarda kullanıldığından bahsetmektedir.
Kartay'ın bildirisinde, Romalılarda “aslan” sözcüğünün karşılığı olan “Samson” kelimesinin, Türkçe'ye “Samsun” olarak yerleştiği ve Kangalların aslana benzetildiği için Kangalları kullanan birliğe “Samsoncular” denildiğini söylemektedir.
Sarp köyü... Nam-ı diğer iki ülkesi olan köy. Sarp, Karadeniz sahilinin bitiminde, dünyada eşine benzer güzellikte fazla bulunmayan köylerden biridir. Gürcistan ile sınır komşusu, yeşilin ve mavinin bir arada olduğu, Türkiye’nin denizle beraber sınır kapısı olan tek yeridir. Kemalpaşa’ya 5 km, Hopa’ya 19 km uzaklıktadır. 1937’den beri kapalı olan Sarp sınırı 31 Ağustos 1988 tarihinde açılmış olup Türkiye ve Gürcistan ekonomisine büyük katkılar sağlamıştır. Sarp sınır kapısı Gürcistan'a açılan bir kapı olmasının yanında, bütün Kafkasya'ya ve Orta Asya’ya yönelik bir sınır kapısıdır.
Doğusunda Gürcistan, batısında Kemalpaşa, güneyinde Kazimiye, kuzeyinde Karadeniz, güney batısında ise Üçkardeş köyü ile çevrilidir. Köy halkının belli kesimi iş ve eğitim sebebiyle büyük şehirlere göç etmiştir. Bu göç genelde; kışın çalışmak maksadıyla köyden ayrılıp, yazın geri dönme şeklinde olur. Köyde nüfus yaklaşık 410 olup 85 hanedir. Sarp köyünde su hattı, telefon hattı, elektrik hattı ve ne yazık ki köyün sağlığını etkileyen 3'ü yerli 2'si yabancı telefon şebekeleri bulunmaktadır. Sekiz yıllık kesintisiz eğitimden sonra öğrenci yetersizliğinden köy okulu kullanılmamaktadır. Tekrar kullanıma girecek diye restore edilmiştir. Şu an ne yazık ki kapalı durumdadır.
Sağlık ocağı doktor ve hemşire eksikliğinden kapalı durumdadır. Köyde PTT şubesi, otopark, 2 kıraathane, biri gümrük alanında bulunmak üzere 3 market, 1 pide salonu, 2 lokanta, giyim dükkânları ve gümrük alanı içinde bulunan serbest mağazalar bulunmaktadır. Sarp köyünde eğitim düzeyi yüksek olup doçent, yardımcı doçent, doktor, mühendis, öğretmen, avukat, işletmeci, muhasebe gibi bölümlerde mezun olan bu ve benzeri bölümlerde halen okumakta olan kişiler bulunmaktadır. Köyde biri Özal döneminde yaptırılan diğeri de Osmanlı döneminde yapılan iki camii bulunmaktadır. Osmanlı döneminde yapılan camii 1920 yılında restore edilmiştir. Köydeki halkın geçiminde Kemalpaşa çay fabrikasının, Sarp gümrüğünün ve çay tarımın önemi büyüktür.
Sarkis Varbed (Usta), marangoz Sarkis, Sarkis Çerkezoğlu ya da Çerkezyan… Ayaklı ansiklopedi, yaşayan tarih, koca çınar. 94 yaşında bir heybetli adam o… Adam gibi yaşamış bir bilge, sıkı bir komünist ve en “kötüsü” de pek bir Ermeni... Kimselerden duymadım ondan duyduğum Adana Ağıdı’nı ben… Hem de baştan sona eksiksiz… O kadar Ermeni yani!
“Dünya Hepimize Yeter” kitabında anlattı o koca çınar 90 yılını.
“91 yılda neler gördüm, neler...Her şey değişti ama iktidarlardaki İttihatçı kafa hiç değişmedi. Birinin bıraktığı yerden öbürü devam etti. ‘Güzel günler göreceğiz çocuklar’ demişti Nazım, ama o da o günleri göremeden gitti Moskova’da. Vaziyet böyle, ister ağla ister gül.”
1916 Halep doğumlu Çerkezyan’ın ailesi 1915’te Tehcir Yasası’yla Suriye’ye “göçtürülmüş“. 1918’de ise baba memleketine, Konya-Karaman‘a “göçmüş“. Koca bir dönemin, hatta bir tarihin yaşayan bir tanığı o. Cumhuriyet ilan edildi, Varlık Vergisi “kondu“, 6-7 Eylül “oldu“, Atatürk “öldü“, (sanal-gerçek) darbeler oldu, Sarkis Amca vardı. En yakından gözlemledi olanları; içinden, en içinden hem de. Bizim tarih dersinde hatmettiğimiz ‘inkılaplara’ o, bizzat şahit oldu. 1965‘te TİP’e girdi. Atılım Gazetesi’ni 4 yıl Gedikpaşa’daki marangozhanesinde gizli saklı çıkardı. İki oğlunu üniversitede okuttu. Her gün bir paket sigara içer. Eşi Ağavni Mayrig/Kuyrig (ki başlı başına ayrı bir yazı konusudur) 2000 yılında aramızdan ayrıldığından beri, Sarkis Amca Kumkapı’daki eski evinde tek başına yaşıyor.
Onun sözünün başladığı yer, bizim sözümüzün bittiği yer oluyor adeta.
“Uzun bir hayat, 91 yaşındayım. Birçok insanın anlatılanlardan öğrendiklerini ben yaşayarak gördüm. Kimseden, kulaktan dolma bir şey yok. Babamlar Tehcir’de Suriye’ye gitmiş. Ben orada doğmuşum. 1918’de yeniden Karaman’a geldiğimizde, koskoca bir banker olan babamın iki paket tütün alacak parası kalmamış. Annem bizi okutmak için İstanbul’a geldi babamı bırakıp. Temizliğe gitti, basamak sildi, ama olmadı. 7’nci sınıfta bıraktım okulu parasızlıktan. Sınıf birincisiydim... Konya Ereğli’ye geri döndük. Akrabamızın yanında marangozluğa başladım.”
Hepimizin hayalleri vardır. Kimimizinki basit, kolay elde edilebilir ama üşengeçliğimizden ya da tembelliğimizden olsa gerek, ömür boyu hayal olarak kalıverir. Kimimizinki ise gerçekten hayal olmaya mahkumdur. Sarkis Amca’nın hayali ise…
“Havacılığa tutkundum. Hâlâ da bir uçak görsem kaybolana kadar seyrederim. Çok istememe rağmen almadılar beni İnönü Planör kampına. Belki de helikopteri ben icat edecektim kim bilir?”
II. Dünya Savaşı boyunca 48 ay askerlik yaptı Sarkis Amca. Döndüğünde babasız bir hayat bekliyordu onu. 1946‘da İstanbul’a gelmiş annesi ve kızkardeşiyle… 1953’te ise hayatını Ağavni Mayrig’le birleştirmiş ölüm onları ayırana dek….
Ve söz yine Sarkis amcada:
“Varlık Vergisi, Aşkale Sürgünü, 6-7 Eylül... Ne pislikler gördük (…) 1955’te ’Ben Atatürk’ün çırağıyım’ diyen Celal Bayar yaptı 6-7 Eylül’ü. ’Atatürk’ün Selanik’teki evi bombalandı’ dendi. Her yer karıştı. O zaman Yedikule’ye yeni taşınmıştım, Ermeni olduğumu bilmiyorlardı. Eve gittim, bir Türk bayrağı astım. Anneme de Müslüman kadınlar gibi beyaz başörtüsü bağlattım. Kapının önüne oturdum anneme de bir kahve yaptırdım, içiyorum... Kıyamet kopuyor, evler yağmalanıyor. Herkes koltuğunun altında ‘ganimetlerle’ koşuşturuyor. Saat 1’e kadar devam etti böyle. Bu sırada yanıma gelen bir yüzbaşı, ‘Delikanlı tebrik ederim. Kahvenin tadını çıkaracak günü ve saati iyi seçmişsin, her Türk sizin gibi olmalı’ dedi. Onlar gittikten sonra girdim içeriye, ev başıma yıkılıyor sanki...
İki halkın birbirlerine düşman olması baştakilerin marifeti. Komünist oldum, iki halkın yararına olduğunu düşündüğüm şeyleri yaptım. Halklarımızın benzer acılar yaşamaması için uğraştık. Emeklerin boşa gitmediğini düşünüyorum.”
Bunca acıya şahit hayat hikayesi, biz “kanıbozuk“ Ermeni’lerin, en çok da gurbette yaşayanlarımızın burnunun direğini sızlatan bir söylemle devam ediyor:
“Bu memlekette doğduk. Bu memleketin insanıyız. Ermenistan’a gittim, burası burnumda tüttü. Varlık Vergisi de aldılar, 6-7 Eylül olayları da oldu. Bu işleri yapan insanlar var Türkiye’de. Şimdi bile yaparlar fırsatını bulsalar. Zihniyet değişmedi ki... Hrant’ın öldürülmesi de ortada işte. Ne yaptı da bu adamı öldürdüler? (Duvardaki resmi gösteriyor) Bunlar Ermeni aydınları, 287 kişi, Türkiye’de öldürüldüler. Kuduz köpek toplar gibi topladılar, öldürdüler. 1915-16 olaylarını İttihatçılar yaptı.”
Ve Hrant Dink… Agos’u ara sıra ziyaret ettiğini anlatarak devam ediyor Sarkis Amca:
“Hrant’ı orada görürdüm. Özgür düşenen bir insandı. Yazık oldu çocuğa. Memlekete zararlı bir adam değildi. ‘Türklüğe hakaret etmiş’! Nereden çıkarıyorlar bunları? Biraz muhalefet yaparsan götürüyorlar seni işte. Bunu yapanlar kılıfını hazırlamıştır. Kafaya koymuşlar adamı ortadan kaldırmayı, kime anlatacaksın meramını? Yalnız Hrant değil ki! Kaç tane Türk gazeteci de öldürüldü. 91 yıldır hiçbir şey değişmedi. Görüyorsunuz iktidarlardaki zihniyet hep aynı. O eski İttihatçı kafa. Talat’ı, Enver’i Niyazi’si... İsmet İnönü ve Celal Bayar da İttihatçıydı. Birinin bıraktığı yerden öbürü başlıyor, mantık aynı. Fırsatı buldular mı yine aynı pislikleri yapıyorlar. 1900’lü yılların başında bu coğrafyada 166 Ermeni okulu varmış. Şimdi kaç tane kaldı? Bu kadar okulu olan bir halk şimdi nerede?”
Hrant Dink’in öldürülmesinin Ermenileri çok üzdüğünü anlatan Sarkis Amca, Ermenileri ne kadar iyi tanıdığını şu ilk cümlesinde gözümüze sokar:
İbrahim Kaypakkaya
(d. 1949 Karakaya, Sungurlu/Çorum - ö. 18 Mayıs 1973 Diyarbakır)
Türk Marksist-Leninist Devrimci.Türkiye Komünist Partisi / Marksist-Leninist'in kurucusu. Sosyalist jargon ve literatürde kimi zaman İbo olarak anılır.
1949 yılında Çorum'un Sungurlu ilçesinin Karakaya Köyü'nde doğdu. İlkokulu bitirdikten sonra Hasanoğlan Öğretmen Okulu'na girdi. Öğretmen Okulunun ardından İstanbul'daki Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'na başladı. Aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi - Fizik Bölümü öğrencisi olan Kaypakkaya, sol düşüncelerle burada tanıştı. Mart 1968'de Çapa Fikir Kulübü'nün kurucuları arasında yer aldı. Çapa Fikir Kulübü'nün başkanı olan Kaypakkaya, 6. Filo'ya karşı bildiri yayınladığı gerekçesiyle Kasım 1968'de okuldan atıldı.
FKF ve TİP içinde ortaya çıkan ayrışmada Milli Demokratik Devrim (MDD) tezini savunan kesimde yer aldı. İşçi-Köylü gazetesinin İstanbul'daki bürosunda çalışan Kaypakkaya, Aydınlık ve Türk Solu dergilerine yazılar yazdı. Aydınlık içinde meydana gelen ayrışmada Doğu Perinçek'in başını çektiği PDA kanadında yer aldı. 1972 yılına kadar PDA (TİİKP) saflarında çalıştı ve DABK üyesi olarak görev yaptı. Bu tarihte PDA ile yolları ayrıldı. Doğu Perinçek ve çevresinin revizyonist ve oportünist olduklarını iddia eden Kaypakkaya, ayrılık sonrasında TKP/ML-TİKKO'yu kurdu.
TKP/ML faaliyetlerinin yoğunlaştırıldığı Çemişgezek bölgesinde mücadele ederken, 24 Ocak 1973'de Vartinik köyü Mirik mezrasında Kolluk Güçleri tarafından bulunduğu köyün etrafı sarıldı. Çatışma sırasında TİKKO'nun ilk komutanlarından Ali Haydar Yıldız yaşamını yitirirken, Kaypakkaya yaralı olarak çatışma alanından uzaklaştı. Beş gün sonra kendisinin kaldığı köydeki bir öğretmenin ihbarıyla yakalandı. Ancak bu sürede yaralı olması ve çatışmada botlarını kaybetmesi sebebiyle ayakları ve bacakları hissizleşti. Kaldırıldığı hastanede ayak parmakları kesildi.
İbrahim Kaypakkaya, Diyarbakır'da süren dört aylık sorgulama ve işkence sürecinden sonra, mahkemeye çıkartılmasına az bir zaman kala, 18 Mayıs 1973'te öldü. Ölüm sebebi kayıtlara intihar olarak geçtiyse de buna kimse inanmadı.
İki gün sonra babasına cansız bedeni teslim edildi. Ölümü dönemin bağımsız milletvekili Mehmet Ali Aybar tarafından bir soru önergesiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne (TBMM) getirildi.
Kaypakkaya'nın yazılarının toplandığı "Seçme yazıları" adlı bir kitabı vardır.
Hisila Yami, nam-ı diğer Yoldaş Parvati, 50 yaşında; Nepal’in en etkin kadın Maoist lideri, Maoist gerillaların kavgacı ve hırpani görünümlü olduğu mitini boşa çıkarıyor. Hoş tavırlı, yumuşak dilli ve sıkça gülümsüyor. Hindistan ve İngiltere’de eğitim almış; Maoistlerin 11 yıl süren silahlı mücadelesi sırasında yer altına çekilmeden önce ise 13 yıl boyunca bir kolejde ders vermiş bir mimar. Gerilla kamplarından Turizm Bakanlığı’na kadar önemli olaylarla dolu bir yolculuk yaşamış Hisila. Politik olarak üst düzeyde olmasına karşın –Birleşik Nepal Komünist Partisi – Maoist (BNKP-M) Politbüro üyesi, eski bir Bakan ve BNKP-M’nin ideolojik fount’u Baburam Bhattarai’ın eşi gibi sıfatları taşımasına rağmen– Hisila Yami’nin tavırlarına mütevazilik hakim.
»Yıllarca süren şiddetli bir savaşın ardından, Kurucu Meclis seçimlerinde Maoistlere zaferi getiren şey neydi?
Silahlı mücadelemiz bir halk savaşıydı. Nepal halkı yoz ve yetersiz bir hükümete karşı tahammül edemez duruma gelmişti. Kral ve sol dışındaki diğer partiler yerleşik Hindu inanç sistemlerini destekleyip bundan yararlanıyorlardı. Ordunun monarşiyi ve emperyalizmi desteklemesiyle halk kimin tarafında olduğunu gördü. NKP-M (Nepal Komünist Partisi – Maoist) bütün bu güçlere karşı toptan bir savaş ilan etti. Öyle ki Katmandu’yu ele geçirmeyi bile düşündük fakat bunun yerinde olmayacağını fark ettik. Ayrıca, Hindistan’ın ve Çin’in buna nasıl bir tepki vereceğini biliyorduk.
Maoistler popülerlik kazanmaya başladı, stratejimiz de hız kazanıyordu; çünkü hükümetin gerçekleştiremediği şeyleri yapıyorduk. Söz gelimi, adalet Katmandu merkezliydi ve işlerliği yoktu. Bunun karşılığında biz biri kadın biri erkek olmak üzere her bölgeye iki resmi görevli tayin ettik. Ayrıca ana hatlarıyla bir bankacılık sistemini ve küçük ev sanayini başlattık. Halk, eşitlik ilkelerimizi biliyor ve takdir ediyordu.
»Reel politikayla uğraşmak Maoistler açısından ne tür zorluklar taşıyor?
Çok partili parlamenter demokrasiye dahil olmak, komünist devrim modellerinden kesin bir ayrılığı ifade ediyor. Öte yandan, savaş ve demokrasi arasında diyalektik bir ilişki var. Nepal, zengin bir sol geleneğe ve harekete sahip, kızıl hareketin pek çok tonunu barındırıyor. Barış sürecinde tüm avantajı kullandık. Kurucu Meclis toplantılarında, kadrolarımızı izliyorum ve onların parlamento usullerini ne kadar kısa süre içinde öğrendiklerini görüp hayret ediyorum. Fakat yine de mücadele aktif biçimde sürüyor. Şimdi sözcüklerle sürdürüyoruz kavgamızı, silahlarla değil – Anayasa taslağı hazırlarken kullanılacak ifadeler üzerine tartışmalar yürütüyoruz (gülümsüyor).